14 Ekim 2015 Çarşamba

'Sanatçıya' Açık Mektup

Ey alnında ışığı ilk hisseden 'sanatçı' meslektaşım. 
Ey ışıksız kuytu köşelerin 'yazarı'. 
Ey kendine suretini gösterecek tüm aynalarının çatına rujla küfür yazan narsisist zifiri kör 'aydın'. 
Hissettiğin o ışık değil, onun yakıcı alevidir. Hem öyle bi alev ki yakıtı ithal, yakanı o meşhur meçhûl... 
Bir yandan nef-e-sinle harlayıp durduğun alev, o mukîminden (ikamet eden) ötürü meş'um (uğursuz) dağları aşar da hepimizi kül eder esâmemiz okunmaz sonra. 
Kovdun kovalı vicdanından(!) o "pis mültecileri" ya, 
sana  iltica edecek yer de bulunmaz. 
Silkelen uyan bu narkozdan, 
ya da çıkar kafa kağıdını delikanlı gibi, adını bilelim artık. 
Polisi, askeri, sivili nâmertçe vuran teröriste 'gerilla' diyene, 
o habis ruhları  'özgürlük neferi' addedene, bunu utanmadan sıkılmadan açık açık söyleyene, 
"kanlı meydana" az evvel çadırında galibiyet şampanyasını patlatıp, 
çakırkeyf olmuş muzaffer komutan edasıyla sırıtarak girenlere,
oyu bırak, prim vermek için bile; 
ya safdil, 
ya câhil, 
ya narkozlu, 
ya bıçak yalayıcısı, 
ya işbirlikçi olabilir insan ancak. 
Hepsi anlaşılabilir bir derece ve belki affedilebilir ama sonuncusu ııhh. 
Neden mi söyleyeyim; 
Şehitlerin ahı tutar çünkü yeri göğü, ardında kalanların çığlığının devasa çığında kaybolursun, 
yetim bebelerin gözyaşında boğulursun. Hem, o pürüzsüz alnında hissettiğin şeyin ışık olduğundan bu kadar emin olmak, neresinden baksan bir kibir alametidir. Sara nöbetlerine benzer halüsinasyonların(l)a karıştırma sanatı. Vesveseyle, vehimle, sanrılarınla, 
o kötülüğü cici gösteren 
çirkin sesli fısıldayanınla karıştırma 'ilhamı'.  
Kulak verme o sese sakın. 
İşte sen asıl o'ndan sakın! 
Sanat-çı arıdır, saftır, berraktır, 
insancıldır, topraktandır, yereldir, organiktir, diğergâmdır, 
rehberdir, ışıktır, uyandırıcıdır. 
Seninki sanat değil, kıymeti kendinden menkûl bir titr budalalığı. 
Harıl harıl yanan kibrini söndür 
yol yakınken o ağzına kadar dolu *kür-tablasına, 
hem bizi de icbar ile (zorla) pasif içici yapma. 
Tek dünyalıysan belki umursamazsın sen ama her iki cihanda da sorarım sorarlar hesabını sana, 
Ne ben, ne bu millet sana hakkını helal etmez sonra.
                                                     "Ali Nuri"

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Doğru, 'ucuz' bir aksesuar değildir ki herkeste olsun. Çoğunluğun yaptığı bu nedenle doğru olamaz. Öyle ya, şunun şurasında kaç 'zengin'imiz var ki?

12 Haziran 2012 Salı


Huzur/hüzün/neşe
Hüzün kadar kalbi incelten kendine yaklaştıran bir duygu, nasıl huzur vermesin ki. Hiçbir duygu kalıcı değil insan ruhunda, birinden diğerine geçer dururuz ki bir önceki mevsimi anlayalım. Öylesine huzur duyduğum yerde kalırım hem, kalmaksa sıkıcıdır, nerede seyir keyfi, olduğu yerde huzuru bulanın, hem de bile bile bunun da geçeceğini kalması düşünülebilir mi? 

Çelişkilerin en büyüğünü yüklenmiş , öleceğini bilerek yaşayan tek varlık insan, yeknesak olanı sevmediğinden bu over doz'lar, bangee jumpingler. Hodbinleştiren, insana kendini unutturan tam zıttı neşe ise o anlar için 'huzur' görünse de, hemen asal ihtiyacı sormak-anlamak olan duyguya düşürür insanı. Bir lanet öngörüsü gibi anlaşılan 'çok güldük çok ağlayacağız ' kadim sözün asıl maksadı bu olsa gerek...
Anlamak değilse gaye, ki bu olmalı insanın gerçeği, tabi elinin tersiyle iter her olumsuz eşlerini duyguların. Kahkahası huzura erdirmediğinde -birşeyler ters gidiyor, neden gülmek anlamlandıramadı- diyiverir farkında olmadan. Hem ne varsa yaratılmış, istisnasız insan için, 'bilmek' için, hüzünsüz ise 'bil'inmez. Hüzün aşığıyım ben, onda doyan, onda bulan ve doğrusu sözün, gönül kimi severse en güzel Leyla'sı şehrin...
Seviyorsanız dua edin de biraz daha artsın hüznüm, çünkü Allah huzur versin derken benim için, sebepler aleminde bunu diliyorsunuz. Ha, diyorsanız 'bil'memek Huzur, ona da bişey denmez !
Allah hepimize 'gerçek huzur' versin...

18-06-2011
Yakacık

1 Haziran 2012 Cuma

Muhteşem bağlantıyla bir aradayız. Herşeyin her şey'le hem karışıp hem ayrı kalabildiği hikmetli kablolarla bir biz'e bağlıyız. Can yangısına boğulmuş birinin acısı bazan gecikmeli de olsa bulur seni beni. Kim derse ki bana ne? belki de ilk onu bulur bilse de bilmese de. Duyuluyor, devri bozuk zembereği ağırdan dönen pikaptan bir haykırışla -beeennnn ! deyişleri. Görülüyor, kendi Ben canı adına can öldürmeyi hak gören flu bakışları...Ne senin ne benim bu ceset bedenler, hespi Bir ve Tek olmasa şu perdeler. Yek bedeniz, nefsini tutamayan belsizleriyle ve de kalp (sahte) insanoğlu densizleriyle.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Doğum Günü

Hanımlar, nesilleri sizler doğuruyor ve yetiştiriyorsunuz ve en çok bu sebeple cennet sizlerin ayaklarınızın altındadır. Sizi sizden(bizden) çekip alan 'modernite' asal fonksiyonlarınızdan en önemlisini ört bas etmeye çalışıyor. Annelik... Her kadın anne olarak doğar, çocukların-nesillerin hem mütaahhiti hem de asıl mimarıdır. Hanımlar, doğaları gereği incedirler, narindirler, düzen getiricidirler. Yani o meşhur sözle, cinsi lâtiflerimiz.  Birer haz makinesine dönüşmek/dönüştürülmek ise insanı boyutsuz görmek bir yana basbayağı küçümsemektir. Çocuk da yaparım kariyer de diyebilen neyse de, ne evliliğiymiş ne çocuğuymuş diyen, hem kendini inkar hem de, insan nesline yazık eder.Ruhun cinsiyeti yok lakin bedenlerimizin ger(ç)eği var ve icra edilmeyen her fonksiyon (evlenmeyen/cocuk sahibi olmayan) bedenî ve toplumsal hastalıkların müsebbibi oluyor. 'İlkel(li)liğe övgü vaktidir,  sizi kendilerine benzeten meta haline getiren (maalesef erkek) egemen güç farkında olmadan kendi cebinden çalmış ve aslında toplumu(ları) dinamitlemiş oluyor. Her zalim de her alim de bir anneden doğuyor ve dahası istemiş olsa da olmasa da legal ailede sağlıklı birey olabiliyor. Naçizane derim ki, ince eleyip sık dokuyayım derken geri gelmeyecek zamanı ah demeden önce iyi değerlendirmeli. Eş adaylarınızı bulduğunuzda (açıklamaya muhtaç biliyorum) çok acele etmeyin tabi ama çok da gevşek davranmayın. Sonu yok bir yolun sonsuz varyasyonları olan  suretlerden bir surette karar kılın ve vakitlice evlenin derim. Annenizi bir an önce anlamaya başlayın, devlet adamlarınızı bir an önce doğurun... Doğanızı sık sık hatırlayın ve buna göre sizi ve ailenizi örselemeyecek meslekler-roller seçin. Batı'nın bir türlü dibini bulamadığı için psikiyatri kurumunu inşa ettiği virajlarda sürüklenmeyelim. Ey doğunun güneşiyle beslenmiş anne'm, durma da kurtar BİZ'i. Beyler, bizim için söylenebilecekleri biz biliyoruz. Her Hanım potansiyel anne'dir. Hep insanlığa gebedir ve hep o doğurur Biz'i . Hani o şikayet edip durduğumuz şeylere yeniden bakıp ne kadar dahlimiz var düşünme vaktidir. Hedonist (tamamen zevk odaklı) bir hayatın ruhu bedeni yaralıları haline getirmemeli hanımefendilerimizi. Ve bacılarımızı öz bacılarımızı analarımızı düşünmeli her adımdan önce.  28 Mart 2012

6 Mayıs 2012 Pazar

İnsana layık her yerdeyim. Sohbet ehliyim, muhabbet aşıklısıyım. Bir yere varacaksak hep beraber diye dileyenlerdenim. Vatanımı milletimi -tabiyet ayırt etmeden- ve değerlerini yüksek yerlerde görmek umudu ve gayretindeyim o kadar. İnsanların tamamının huzurda barışta güvende selamette olmasını istemeliyiz kanaatindeyim. Dünya göze büyük görünse de uzayda bir iğne ucu değil, ömür bize uzun gelse de, toplasan tümünü saniyelik rüya değil. Huzur önce kendinle barışla gelir. Barış ve nezaket... Aklı güzelleyen bir gönül bir dil dilerim.

20 Nisan 2012 Cuma

Muhabbet ?

'Sanat'ta ve 'sanat muhiti'nde yüksek sanat ve düşünce talimleri yerine, her nedense geçer akçe olan dedi-kodu, bir nevi, isabetsizliktir aynı zamanda.Çünkü dedikodu zamanı isabetsizleştirir. "Biliyormusunuz? Bergson aslında şunu da söylüyor ki.. diye başlayan, Şeyh  Galip'le, Brecht'le (cevherleri de kalbimize yolluk yapıp) bugün de doyduk, birbirimizden neler öğrendik ne de güzel cilaladık zihnimizi" ile biten bir sanat sohbetini uzun zamandır duymadım desem yeridir. Herşeyden önce yapıcı-pozitif, umut dolu, kampçı cümle yaftaları elde hazır olmayan, öfke fışkırmayan, harislik kokmayan, kimse ile ilgili değil, kendi kendisini ameliyattan kalkmış gelmiş, yani tam da sanatçı duyarlılığına yakışır bir sanatçı ile de yine uzun zamandır tanışamadım malesef. Sanat denilen o koca mefhumun belirsiz sınırları içinde, şımarık acuzelerin birbirlerinin sanatını (özelini) faş etmek dışında başkaca işleri de olmalı ! Çünkü dedikodu zamanı isabetsizleştirir. Araplar'ın dediği gibi 'zaman keskin bir kılıç gibidir' ve sen onu kesmezsen o seni keser atar ! Üzülerek takipteyim ve nefes aldığım her alanda; Ama siyaseten, ama 'sanat adına', ama Yaratıcı'nın dedikosundan başka birşey yapılmıyor çoğu vakit. Müteessir oluyorum zira, kıymetli vakitlerde laf olsun diye konuşulacak başka şeyler olmalı. İnsan gibi iradi bir varlığın zamana-kendisine de ekolojik davranmak zorunluluğu var.Gevezelik etmek, ne bileyim hoşsohbet biri olmak, onu bunu çekiştirip gömmek değil benim bildiğim. İnsanın evvela kendiyle bir derdi olmalı, demeli ki şu an yaptığım şeyi bir başkası da benim için yapıyor mudur?-güzelleme/iyilik/dedikodu-Yahut bana iştirak eden esprileriyle çanak tutan bu kişi benim ardımdan da pekala konuşabilir ! Eee peki sonuç? Ne öğrendin! Dahası, madalyonun parlak tarafı, ne öğrettin ? ! Ne katkın oldu şimdi hayata, başkalarının hayatının izinsizce röntgenini çekip bir de o filmi tırnaklarınla bereleyip fazladan lekeler oluştururken? Muvakkat çözümlerle kotarılmış işlere-durumlara da sanat, bu kimselere de alışık olduğumuz toptancı yaklaşımla sanatçı deniyor sonra. Peki ya sanat bu 'muhabbet' lerin neresinde? Hadi içi çoktan terkedilmiş sevme kökünden gelen muhabbet değil de, sohbet? teaiti? münazara ? hasbıhal? paylaşım? Hani sanatçı alnında ışığı ilk hissedendi ya, alınlar mı karardı da ışığı göremez oldu? Yoksa payeler pazarında bolluk mu var?